Geçtiğimiz ay bir etkinlikten diğerine sürüklendim durdum,
enerjim tükendi, hayattan soğudum. Öncelikle Mart 2012’ye dönelim. Uzun süredir
yapılması gereken bütün dolgularım birkaç seansta yapıldıktan sonra dişçime “Şu
çarpık dişleri de bi halletsek” dedim. Saygıdeğer diş hekimim inceledi, “Tüh çok da güzelmiş, ben
bunları yaparım ama sağlıklı dişlere yazık, kesmeyelim. Haftaya ortodontist
gelecek sen ona bir görün” dedi. Neden haftaya dedi? Çünkü ortodontistin
muayenehanesi Anadolu yakasında, ayda bir gelip bizim taraftaki hastalarını
görüyor. Ben de zorunlu olmadıkça karşıya geçmem çünkü AYFAKİNHEYTİT!
Çeşitli aksilikler, unutkanlık ve ihmalkârlıklar sonucu Ekim’de
ortodontistle görüştük, konuştuk, anlaştık; Kasım’da tellerim takılacak diye
karar alındı. Buraya kadar bir sorun yokmuş gibi görünüyor. Amaaaa ben 28 yaşında kazık kadar kadınım.
Zurnanın zırt dediği yer burası. Bunca yıl ihmal ettim aman o kadar da kötü
değil, hepimiz medyanın dayattığı güzellik standartlarına uymak zorunda mıyız
diye diye erteledim de o arada dişler iyice çarpıldı mı sana blog?
Fırlama görünüyor, çocuksu bir cazibe katıyor dediğimiz
düzensiz diş dizilimi bir yaştan sonra sadece çirkin hale geliyor. Exhibit A:
Ethan Hawke.
Steve Buscemi?
Kristen Dunst sırada sana da geliyor, haberin olsun.
Kasım’da telleri taktırdıktan 2 gün sonra yurt dışına çıkmam
gerekeceğinden gurbet elde sefil olmayayım, kaç senedir ihmal ediyorum birkaç
günden daha bir şey çıkmaz diyerek dönünce ortodontistin muayenehanesine
(Anadolu yakasında!) giderim dedim. Gitmedim tabii ki… Sonra Aralık ayı geldi
çattı! Gittim tellerimi taktırdım. Şeffaf olduğu için aşağı yukarı 1 metre
yakınıma girilmediği sürece görünmüyor. Ama yakından baktığımda ben cidden kötü
göründüğünü düşünüyorum. Yaklaşık 2 yıl kadar da takmam gerekecekmiş.
Aksi gibi telleri taktırdıktan 2 gün sonra Bursa’ya bir
seminere gidip bir sürü yeni insanla tanıştım. Ağzımı açmamaya çalışarak kibar
kibar güldüm. Zavallı küçük ağzım artık zor kapanıyor zaten. İyi tarafından bakarsak da üst dudağım eski
haline oranla bayağı dolgun görünüyor. Kötü tarafından bakarsak ekstra bakım
gerektiriyor, eskisinden daha fazla kuruyup çatlıyor.
Seminerden iki gün sonra da patronumun gidemeyeceği bir
dernek yemeğini bana kakaladılar. Oturma düzeni patronum gelecekmiş gibi
ayarlandığından sevdiceğim ve ben yurdumuzun önde gelen teknik
üniversitelerinden birinden profesörler, dernek başkanları vb. ile birlikte
oturduk. Onlara da kibar kibar gülmeye çalıştım eğri ağzımla. Çoğunun yaşı
büyüktü, gözleri de iyi görmüyor olmalı diye düşünerek kendimi avuttum. Dekan, sevdiceğime sen kaç mezunuydun diye sordu. 2001’miş. Ama sevdiceğim oradan
mezun değil. Neden sorduğunu da anlamadık zaten. Tonton bir hocanın eşi de
bizi pek sevimli bulmuş, kısa bir sohbetin ardından onların da evlendiği zaman bizim evlendiğimiz yaşta olduklarını öğrendik. Başka da ortak noktamız yoktur
sanırım. Kadın mikrobiyoloji, adam elektronik profesörü. Tahminen 70’li yaşlardalar.
Biz 20’lerin sonundayız; benim radyo tv sinema yüksek lisansım 4 yıl sürdü,
sevdiceğim yüksek okul üstüne 5-6 yılda açık öğretim işletme bitirebildi.
Aynı hafta iki tane de röportaj yaptım. Tane tane konuşmaya özen gösterdim. Kimsenin üstüne tükürmeden alnımın akıyla haftayı kapattım.
Aynı hafta iki tane de röportaj yaptım. Tane tane konuşmaya özen gösterdim. Kimsenin üstüne tükürmeden alnımın akıyla haftayı kapattım.
Biri beni durdursun
Sonraki hafta da sevdiceğimin bir iş arkadaşının doğum günü
partisine ve koordinatörümle sektörel bir derneğin yılbaşı yemeğine gittim.
Yine yeni tanıştığım insanlar, yine kibar kibar gülümseme çabaları…
Bu kadar eziyet yetmezmiş gibi yemek yerken zorlanıyorum da…
Hiçbir şeyi ısıramıyorum ve her şeyi küçük parçalara bölerek yiyebiliyorum. Abur
cubur, çikolata, kola, kuruyemiş vs. yiyemediğim için 1 haftada 3 kilo verdim
hala da geri almadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder